Erkut Tokman
Poems in Turkish translated to English by Moris Farhi & Erkut Tokman
In March, we presented poems in English by Lauren Camp translated into Turkish by poet and translator Erkut Tokman. Here are two of Tokman’s own poems, in the original Turkish, translated into English by Moris Farhi and the poet himself.
Istanbul’da Son Caz!
İçinden bir trombon,
Bir saksafon,
Bir piyano…
Bir orkestra çıkacak şimdi;
Seni peşinden boğazda bir vapura doğru sürükleyecek
O vapurda bir cümbüş, harcı âlem, yandan çarklı:
Ermeni, Kürt, Yahudi, Rum, Türk, Arap…
Birkaç zenci, eh tabi bir de Avrupalılar olacak,
Caddeden geçen bir kamyonun
Türk usulü klakson sesleri martıların çığlıklarına karışacak,
Ve sen boğazda güneşin batışında
Kendi şarkısını söyleyen bir solist gibi
Her şeyde bir “Caz” ı endam bulacaksın:
Önce sesleri kanıksayacaksın, birbirine karışan kokuların, insanların içinde…
İstanbul’un bir başka müziğini böyle duyacaksın!
Sonra bir gece vakti yolun Beyoğlu’na düşecek,
Ara sokaklarda birkaç ölüyle tanışacaksın,
“Hayal Kahvesi” içeceksin,
Seni bir orkestra karşılayacak “Babylon” da:
Balkanlar’a ufak bir yolculuk yapacaksın,
Beklide bir çocuk olacaksın: Babacım, balonmuş bu hayat!
Ha patladı ha patlayacak!
Bir iğneye mi kalmış işimiz?
Uçur beni de gökyüzüne peşinden şimdi bir uçurtmayla
Kanatlanıp dönüşeceğim bir kuşa; özgürlüğe
Mutlu olacağım, en iyi yaşam “Trio” sunu kuracağım,
Sonra bu şehre çaresiz geri döneceğim:
Bir “Caz” tramvayı geçecek içinizdeki o en kalabalık caddeden;
Eski bir sevgili gibi
Özgürlüğün çıkmaz sokağına bu kayıp şehir bırakarak;
O şehir ki içinde bin bir seyirle, bir hayal perdesinde “Şehri Hayat” :
Der ki: Sevgilimdi Şehrazat!
Denizkızı Eftelya’nın sesinde öldü O,
Rey kardeşlerin bir müzikalinde,
Münir Nurettin Selçuk’un bir bestesinde,
Adnan Saygun’un bir Anadolu senfonisinde,
Sonra bugün O’nu yeniden duydum tıpkı şu kayıp şehri duyduğum gibi;
Leyla Gencer’i, Marc Aryan’ı, Donizetti’yi dinlerken
Bir aşığın sazı oldum,
Bir neyin içine uzandım,
Mevlevihane’de bir dervişe konuştum
Sessiz seslerin nefeslerin içinden geçerek
Çalgılarla, çalgıcılarla, çalan hep çalan
Çalınmış hayatların içinden,
Eski taş plaklardan, aynalardan, o unutulan kadınlardan
Görünmeyen zamanların, salınan ruhların içinden geçtim.
Teflerle, zillerle, şarkılarla, fasıllarla, eski bir saltanat kayığında
Zevklerle içli içice içki içinde, senden bildiğin o oynak
Tutku içinde, kendine kefil, sefil ve rezil: Sarhoşluk içinde
Yürürken
Kibirle salınarak
Dönüp baktım şu hayatına!
Ahir zamana; gelecek çağa;
Ruhun saflığını yeniden çağıran o sesi duydum da:
“Git yıkan tas su tamam!
Dünyadır: Hamam içinde hamam,”
Dışarıda yürürken bir Haham,
Terlersin elbet ruhunun kirlerinden kurtulmak için!
Kel bir İmam, belki de sakalı uzamış bir Papaz olursun, duyarsın
Çan üstüne çan! Kubbelerden kubbelere yankılanırken Ezan!
Her sonlu gibi sen de çağrılınca;
İnancın eğilir, yıkanır, uzanır
Yatarsın bir mezar taşına,
Sesler yükselir yeni seslere karışarak
Kafam patlar sanki sarsılarak;
Yarılana dek bütün yeryüzü sanki çatlar
Günahlarından arınmak için!
Bu dünyadan sıçrayıp atlamaya varsa bir hacet! ?
Sorarım kendime bulur muyum atlayacak bir hendek?
Uçuşan binlerce zerrecikle,
Işıklar ışıkların içinden geçerken;
Boğazdan bir vapur geçer
Ben kendimden, bu dünyadan geçerim
Affet beni Tanrım derim:
Artık şimdi ne caz kaldı ne de makam-ı hicaz!
Eğer ki yükselirse huzur içinde ruhum,
Buğusu yükselen bir deniz gibi; sadece ben buyum.
Last Jazz in Istanbul!
Within you a trombone,
A saxophone,
A piano,
An orchestra
Will take you immediately to a paddle steamer on the Bosphorus
Festively you will mingle with Kurds, Jews, Greeks, Turks, Arabs…
Blacks, and naturally Europeans,
The typical Turkish honking of a truck driving on the shore
Will blend with the screech of seagulls
And, as the sun sets on the Strait,
Like a soloist singing her inner song
You will find the contours of “Jazz” in everything
You’ll enjoy the people’s voices and their mixture of smells…
Thus you’ll hear Istanbul’s different sounds!
Then one night you will pass through Beyoğlu
And meet a few dead in the side streets
You’ll drink the coffee of your dreams,
An orchestra will greet you in Babylon:
It’ll take you on a short trip in the Balkans, then
Maybe you’ll become a child:
Daddy, life is a balloon, a bubble dome
Maybe it will burst, maybe it won’t, with a popping boom!?
Is it at the mercy of a needle?
Fly me now to the sky on a kite
I’ll grow wings as a bird and return to “freedom”
maybe to start a “Trio” for the best life!
Later I’ll return to this city in despair
A “Jazz” tram will drive past your very crowded street:
Like leaving behind an old lover
İn this old city,
Freedom’s cul-de-sac:
Once in this “City of Life,” one could witness
Thousands of scenes and profess Scheherazade was my beloved.
She died in the voice of Mermaid Eftalia,
In the Rey Brothers’ musical,
In the compositions of Münir Nurettin Selçuk,
And in an Anatolian symphony of Adnan Saygun
Then today, listening to Leylas Gencer, Marc Aryan and Donizetti
I heard her again as I hear this lost city.
I became a lover’s lute
I laid down inside a flute
Spoke to a dervish of the Mevlevi order
Passed through the breaths of silent voices
Through lives stolen, stone plaques,
Through mirrors, forgotten women,
Through unseen times and swaying souls
Caught in your fickle, destitute, and disgraceful passion
Drunk and staggering with hubris
And drinking yet more of musicians and their instruments,
Of songs and odes inside an Ottoman barge to tambourines, cymbals,
I turned round and looked at your life,
And I heard the voice of past ages and future times
Calling to the soul’s purity once again:
Here is a bowl, go wash yourself!
The world is a hammam inside a hammam.
As a rabbi passes outside
You sweat to be rid of your soul’s dirt
You become a bold imam or a bearded priest
While church bells toll and dome after dome echo the azan!
When you are called like everything that is finite
Your faith buckles, you are washed, stretched
And laid down on a tombstone
Voices rise and blend with new voices
My head rocks and bursts as if
The world cracks and splits into halves
In order to be purified from sins!
I ask myself, can I leap into or jump over a ditch?
İs there a need to escape this world?
As lights pass through lights
With thousands of flying atoms
A ship sails on the Strait
And I pass through myself and the world
Asking God to forgive us.
Now there remains neither jazz nor the music of Hejaz!
I will know I am only what I am in peace
If my soul ascends like rising sea-mist!
[Babylon is a music venue in Beyoğlu district.]
Bilinmezi Dolaşan Ses
Tanrının yazgısıyla
Başkaldırmıştı bir insanın bedeninde
Tüm düzene
Yılgın, öfkeli karşı duruşu
Bakışında çakmak çakmak yanan nefreti
Boğuşuyordu bir aklın döngüsünüde esir;
O akıllar döngü döngü öyle çoktu ki!
Uygarlıklar kurdular, Tanrılar yarattılar kendilerine!
Puta taptılar önceleri…
Teknoloji örseledi benliği sonra
Ta orta yerinden kanlar içinde
Savaşın kemikleri vardı meydanlarda!
Mezarlarda ölüler ağlardı
Yaşamdaki benzerleri için!
Sen ise öylece sürüklendin uzak bir gezegene
Uyarlığa ışıyan
Tanrının sonsuz özü gibi!
Ötekinin yazgısında görünen
Bizi burada arayan kim?
Bedenin tapınağında
Akıl eğle ruha görünen gizi
Kimin görüntüsü ki içimize giren?
Bilinmezi dolaşır sesi…
Strolling Voice Of Eternity
He was revolted by his human nature
By God’s destiny
Pitched against all common systems
His eyes blazed hatred
His wracked, furious posture
Struggled imprisoned within the fortress of his mind;
Such personalities have abounded in history
They created civilizations, formed minor Gods themselves
Worshipped them at first as idols …
But afterwards, technology mauled their egos
They became the bones of the wars
Buried in gory earth
The dead in their graveyards mourned
Their resemblance to human kind,
Thus you were led to distant planets
By the eternal will of God,
To beget civilizations
Who looks out for us?
Searches destiny for revelation?
Behold the wisdom of a secret that hides our souls
In the temple of the body
It is this eternal voice
That possesses inside us the visions of eternity…
Erkut Tokman, türk şair, çevirmen, editor, 1971 yılında İstanbul’da doğdu. Türkiye P.E.N üyesidir ve Hapisteki Yazarlar Komitesi’nde çalışmaktadır. En sonuncusu 2015 yılının eylül ayında yayınlanmış olan üç şiir kitabı vardır. İngilizce, Romence, İtalyanca ve Fransızca’dan şiir çevirileri yapmaktadır. Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi yönetim kurulunda, dış ilişkiler koordinatoru olarak görev almaktadır.
Erkut Tokman, a Turkish poet, translator, co-editor and interviewer, was born in 1971 in Istanbul. He has three poetry books published, the latest one from September, 2015. He translates mainly poetry from English, Italian, Romanian, and French. He is a member of Turkish P.E.N, works for WiPC, and is currently foreign relations representative and board member of Intercultural Poetry and Translation Academy of Turkey.
Erkut Tokman & Lauren Camp at EIL
Erkut Tokman at World Literature Today
Erkut Tokman at Levure Litteraire
Erkut Tokman with Poets of London
Leave a Reply